Bir Maniniz Yoksa Eski Komşularınız Size Gelecek (4)

Bir Maniniz Yoksa Eski Komşularınız Size Gelecek (4)

Recep Yılmaz, Kavala'da Sizin İçin Gezdi...


19.11.2015 GEZİMİZİN DÖRDÜNCÜ GÜNÜ

Kavala sahilindeki otelimizde yine sabah kahvaltımızı yapıyoruz, burası dünyada en çok sevdiğin şehirlerden biri bana huzur veren mistik bir yapısı var, Osmanlı döneminde adından çok söz edilen şehirlerden biri, Kavala da doğan Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşanın şehri, şehirde ona ait eserler çok, Helenistik, Roma, Bizans, Osmanlı dönemlerini de yaşayan şehir oldukça güzel bir yarımadaya kurulmuş, gece ayrı, gündüz ayrı güzelliği olan şehir insanı her yönüyle büyülüyor.

Mübadillerin en sık uğradıkları ve konakladığı yer, kahvaltıyı bitirip otelle ilişiğimizi kesiyoruz, burada Samsun Mevrek [çamlıyazı] köyü kökenli arkadaşım Theodoros'u arıyorum. Kendisi Kavala belediyesinde görevli, 5 dakika içinde kaldığımız otelin önüne geliyor, iki hemşeri hasretle sarılıyoruz. Efkan ve Hakanla da tanışan Theodoros bizim geleceğimizi önceden biliyor zaten, Kavala sahilinde bir yürüyüşe geçiyoruz hep birlikte, yine zaman sorunumuz var, saat 2'de mutlaka Kilkis de olmamız gerekiyor.

İki saatlik mesafedeyiz ve bize Kavala da yanlızca 3 saat zaman kalıyor, en yakınımızda ki uğrayacağımız yerlerden biri Ananiya kurukahvecilik. Samsun Saathane meydanında halen duran iki katlı tarihi binada bir zamanlar kuru kahvecilik yapan Anton Ananiya'nın çocukları Kavala da baba mesleğini sürdürmüşler şimdi 3. nesil olan torunlar işletiyor mağazalarını.

Theodoros nazik ve ince ruhlu biri, aniden iş yerine giriyor. 3'er paket taze kahveyi çektirip bizlere uzatıyor ve ekliyor "ben de, siz de, kahveyi çekenler de Samsun'lu" diyor. Gittiğinizde Samsun'lu hemşehrilerimize ikram edersiniz diye dilekte bulunuyor.

Kuru kahveci mağazası çok işleyen bir yer; hoşçakalın diyerek mağaza sahipleriyle vedalaşıyor. Su kemerlerinin oradan geçerek Kavala'nın eski yerleşim yerinden kaleye ve Mehmet Ali Paşanın heykelinin olduğu tepeye doğru yollanıyoruz. Yolumuzun üzerinde Pargalı İbrahim Paşa Camii var. Son yıllarda televizyonda sıkça gündeme gelen bir dizinin kahramanlarından biri olan, Pargalı İbrahim Paşa tarafından yaptırılmış. Günümüzde kilise olarak kullanılıyor. Adı ise Saint Nikolas Kilisesi. Yanıbaşındaki minare yıkılmış ve yerine bir çan kulesi eklenmiş. Ancak yine de günümüze kadar ulaşmış olması, büyük bir şans.
Çünkü kale içinde, minaresiz "Alaca camisi" dışındaki tüm camileri yıkmışlar. Pargalı İbrahim Paşa camiini meraklı gözlerle inceliyor bir kaç fotoğraf çekiyoruz, tepeye çıkan yolda oldukça fazla tarihi yapı var. Yapılardaki Osmanlıca yazıların bolluğu ilgimizi çekiyor, Theodores bazılarının Mehmet Ali Paşa zamanından kaldığını söylüyor.

Artık Kavala'yı yukarıdan gören tepedeyiz, Mehmet Ali Paşa'nın evi kalenin Taşoz adasına bakan ucunda. Mehmet Ali Paşa'nın burada doğduğu söyleniyor. Ev bakımlı ve temiz. Çünkü Yunanlılar, Mehmet Ali Paşa'yı, bir Osmanlı paşası olarak değil, Osmanlı'ya baş kaldıran bir paşa olarak biliyor ve tanıyorlar veya öyle tanımak istiyorlar. Hatırasına, yani evine sahip çıkıyorlar.

Evin önünde, Mehmet Ali Paşa'nın bir heykeli var. Heykelde paşa, at üzerinde Ege Denizi'ne bakar şekilde betimlenmiş. Heykelin, Mısır hükümetinin teşvikiyle yapıldığı söyleniyor.Hemen yan tarafta da bir küçük kilise var. Evin yani konağın bahçesinde ise, Mehmet Ali Paşanın annesinin mezarı bulunuyor.

Denize doğru uzanan Kavala kalesi muhteşem bir görüntü sunuyor Eski şehir merkezi kalenin en tepe noktasında. Günümüzde, kalenin birçok duvarının halen ayakta olduğu görülüyor. Ayrıca: zindan kısmı da gezilebiliyor.Kale içinde cumbalı Türk evleri var ve bunların büyük kısmı, günümüze ulaşmış durumda, gezerken yoruluyoruz arkadaşım Theodoros bizi tepedeki kafelerden birine götürüyor, manzara mükemmel. Kavala'yı kuş bakışı izleyerek kahvelerimizi içiyoruz.

Kavala'ya dönüşte tekrar uğrayacağımız için sevinçliyiz. Burayı terk etmek o kadar kolay değil, kahvelerimizi içip daha önceki gelişlerimden hiç birinde ziyaret edemediğimiz tütün müzesini bu kez görmek istiyorum. Kavala Belediyesi Tütün Müzesi müdürü Yannis Vizikas tarafından 2007 yılında başlatılan hazırlık neticesinde 30 Ekim 2010 tarihinde eski tütün fabrikalarında açılan müzenin önündeyiz. Şansımıza müze açık, Theodoros bize 3 giriş bileti alıyor, artık müzenin içindeyiz.

Bu kez şansımız yaver gidiyor, Samsunda kafile olarak ağırladığımız müze müdürü Giannis bey karşımda, Samsunda kalabalık bir ortamda tesis edemediğim samimiyeti burada sağlayacağım , durumu anlatıyorum. Gerçekten de yanılmıyorum müze müdürü yaklaşık bir buçuk saat boyunca bizi bırakmıyor, müzede bulunan her yeri arşivine kadar gezdiriyor, tütün makinalarını bizim için tek tek çalıştırıyor, kurutulmuş tütün yapraklarını elleriyle makinalara yerleştirip tütünün nasıl sigaraya dönüştüğünü bize uygulamalı olarak anlatıyor, müzedeki alet edevat ve resimler o kadar fazla ki insan şaşırıp acaba burası düne kadar çalışıyormuydu düşüncesine kapılıyorsunuz.

Samsun da bir semte adını veren Ara Matossian [Atakum'a adını veren ] un boy boy fotoğrafları ile birlikte Samsun'da da tütün tüccarlığı yapan Jordanoğlunun fotoğrafları duvarları süslüyor en büyük fotoğraf ise tütün fabrikası müdürlüğü yapan Mustafa Kavala'ya ait... Zamanımız olsa bir gün bile ayırmaktan imtina etmeyeceğimiz müzeden zorda olsa ayrılıyoruz müze müdürü bizi salmamak için fotoğraf çekmemize bile izin veriyor, yemeğe kalın diyor ama nafile hem tütün müzesi müdürü hem de arkadaşım Theodoros'la vedalaşıp hızlıca Kilkis'e doğru hareket ediyoruz.

Kilkis de bekleyen yaşlı kurt Theodoros dakik biri ve gecikmeleri hiç sevmiyor. Bu yüzden olsa gerek ilk telefonunu alıyoruz neredesiniz kuzum diyor, şimdi yola çıktık cevabı hiç hoşuna gitmiyor, geç kalacaksınız hanım sofrayı çoktan hazırladı diyor.

Arkadaşım Efkan biraz hızlı şoför, merak etmeyin yetişiriz, diyor. Biz hareket halindeyken Theodoros 3 kez daha arayıp bilgi alıyor, yanlızca yarım saat rötarla Kilkis de sözleştiğimiz yerde buluşuyoruz.

Theodoros yeni bir eve taşınmış ve ben orayı bilmiyorum, iki üç dakika sonra Theodorus'un evindeyiz. Kapıyı eşi Athina açıyor, evde tüm aile bir arada kızı Cristina, damat, Theodorosun oğlu Lefteris , gelin ve torunlar noksansız bir arada bizi bekliyorlar.

Lefteris'in çocukları koşarak yanıma geliyorlar, Recep dayı hoş geldin, sevgiyle onlara sarılıyorum. Beni yıllardır tanıyorlar, içeride mükemmel hazırlanmış bir sofra gözlerimizi kamaştırıyor. Belli ki çok sıkı hazırlık yapılmış, bu ne güzel sofra, dememin ardından bu daha ne ki daha dur bakalım diyorlar. Neşe içinde sofraya oturuyoruz, ne içersiniz teklifine cevabımız kırmızı şarap oluyor. Masadaki yemeklerin tamamı, annelerimizin eşlerimizin, ablalarımızın yaptıklarıyla aynı: Zeytinyağlı yaprak sarmadan 15 tane yediğimi saydım, gerisini bilmiyorum. Galiba yemekten zafiyet geçirip çatlayacağız, dişimiz damağımız, midemiz her yerimiz yoruldu, kahveleri nasıl içeceğiz bilmiyorum!

Yemeğimiz tam 2.5 saat sürüyor, salmak istemeseler de Selanik'e akşamın erken vaktinde varmak istiyoruz. Nasılsa bir sonraki gece bizim adımıza düzenlenecek olan Yunan -Türk gecesi için tekrar Kilkis de olacağız, teşekkür edip hızlı bir şekilde Selanik şehrine hareket ediyoruz.

Mesafe yanlızca 40 km, yarım saat bile sürmeden Selanik'deyiz. Bizlerin hüzünle dinlediği türkülere konu olan Selanik çok büyük bir şehir. Selanikliler şehirlerini İzmir'le özdeş tutar ona benzetirler, defalarca kaldığım Anatolia otel evim gibi orada çok rahat ediyorum. Arkadaşlarım da oteli sevdiler. Kalanların çoğu Türk zaten. Resepsiyonda Türkçe bilen biri her zaman oluyor, çok yorgunuz dinlenmek üzere odalarımıza çıkıyoruz. İki saat dinlendikten sonra Ladadika semtine gidiyoruz, orası tavernaların olduğu eğlence mekanlarından biri... Birkaç bira içtikten sonra beyaz kule civarına sahile iniyoruz, buraları tekrar gezeceğimiz için kendimizi daha fazla yormadan tekrar otelimize dönüyor ve uykuya çekliyoruz.

Recep Yılmaz

Devam edecek