Foto Fatoş, Rus Fatma'nın Hikayesi

Foto Fatoş, Rus Fatma'nın Hikayesi

Alaçam'dan Gönülleri Titreten Bir Öykü



ÖNCE İNSAN OLMAYA ÇALIŞAN BİR  KADININ ÖYKÜSÜ
FOTO FATOŞ [RUS FATMA] NIN HİKAYESİ


Samsun’un şirin bir ilçesi olan Alaçam’da bir zamanlar Rus Fatma olarak anılan bir fotoğrafçı yaşardı. Etrafında bilgisi, zekası ve neşesiyle tanınırdı Foto Fatoş...
Fatma’nın babası Ali Kaya, Balkan Harbi’nde Ruslar’a esir düşmüş ve yıllarca burada sürgün hayatı yaşamıştı. Ali Kaya, sürgün yılları sırasında Tatar Türkleri’nden Ayşe adında bir kadınla tanışıp evlendi. Fatma ise onların kızı olarak bilinirdi. Ancak onun evlat edinildiği ya da Ayşe’nin kız kardeşinin kızı olduğu da söylentiler arasındaydı...
Fatma ailesiyle birlikte 1933 yılında Rusya’dan babasının memleketi olan Alaçam’a geldi. O zamanlar henüz 14 yaşında olan genç kız, hayatının en zor dönemlerinden birini geçiriyordu. Vatanı olarak benimsediği ve çok sevdiği Rusya’dan ayrılıp, hiç alışık olmadığı yepyeni bir ülke ve düzenin içine girmişti. Kendisini yenilemek, geliştirmek için çok çaba sarfediyor, kasabada açılan çeşitli kurslara katılıyor, bunun yanı sıra ailesine maddi katkıda bulanabilmek için tütün diziyordu. Fatma kitaplara tutkundu ve tüm parasını kitap almak için harcıyordu. Tolstoy ve Nazım Hikmet en sevdiği yazarlardı. Bu hayranlığı bir süre sonra başına büyük dert açacaktı...
Fatma’nın fazla arkadaşı yoktu, insanlar ona bir yabancı gözüyle bakıyordu. Ancak o bildiği ve öğrendiği şeyleri paylaşmak, insanların fikirlerini almak, tartışmak istiyordu. Kasabanın diğer kızlarından çok farklıydı. Koyu bir komünist olduğunu her fırsatta dile getiren Fatma, Köylü İşçi Partisi’ne üye oldu ve sık sık Samsun’a gitmeye başladı.
Bu dönemlerde fotoğrafçılıkla da ilgileniyordu. Kader kendisini göstermeye başlamıştı. Partide bir fotoğrafçıyla tanıştı ve onun yanında eğitim aldı. Çok meraklı bir yapısı vardı, hırslıydı ve kısa zamanda kendini fotoğrafçılık konusunda yetiştirdi. Fatma, kendisine ait bir fotoğraf stüdyosu açmayı kafasına koymuştu. İşe, evlerinin bir odasını atölye yapmakla başladı. Elinden fotoğraf makinesi düşmüyordu.
Ailesinin, arkadaşlarının fotoğraflarını çekmekten büyük zevk alıyordu. Kısa sürede halkın sevgisini kazanmıştı. Artık herkes onu tanıyor, fotoğraflarını ona çektiriyorlardı. Bir süre sonra Fatma işlerini büyüttü ve kasabanın merkezinde bir stüdyo açtı. Neşesiyle herkesin sempatisini kazanan genç kız, esnafla da kısa sürede kaynaştı. Artık daha çok arkadaşı vardı. Kasabanın gençlerine ışık tutuyor, çok sevdiği kitaplarını arkadaşlarıyla paylaşıyordu. Hayatındaki her şey yolundaydı...
Fatma’nın en çok sevdiği şeylerden biri de Alaçam’ın en güzel mekanlarından biri olan Sivri Tepe’ye yaptığı yürüyüşlerdi. Burada kendisiyle baş başa kalıyor, düşünüyor, Karadeniz’in müthiş güzelliğini büyük bir hayranlıkla seyrediyordu. Ancak düzenli olarak yaptığı bu yürüyüşler onun başına dert açtı. Halk arasında Fatma’nın bir Rus ajanı olduğu, Sivri Tepe’ye giderek buradan Ruslar’a telsizle mesaj yolladığı söylentileri yayıldı. Bir gün polisler tarafından evine bir baskın düzenlendi. Tüm söylentilerin yanı sıra, evinde bulunan Rus yazarlara ait kitapların bulunması onu hapse yollamaya yetti. Aniden hayatı altüst olmuştu, yaklaşık 6 ay hapiste yattı. Cezaevinde geçirdiği zor günler onu depresyona sokmuştu. Annesi biricik kızının sağlığından endişe duyuyordu. Babası, Fatma’yı tedavi görmesi için İstanbul’a götürdü. Genç kız birkaç ay kaldığı bu büyülü şehre adeta aşık olmuş, eski sağlığına kavuşmuştu. Artık aklında yepyeni hedefler vardı; İstabul’da fotoğrafçılık yapmak...
Fatma’nın şansı geri dönüyordu sanki. Kartal Belediye Reisi babasının yakın arkadaşlarındandı. İstanbul’a yerleşmek isterlerse onlara yardımcı olabileceğini söylemişti. Her şeye yeniden başlamak için iyi bir fırsat geçmişti eline Fatma’nın, sırada ise ailesini ikna etmek vardı... Birkaç ay sonra Alaçam’a geri döndüler. Gençliği, enerjisi, dinamikliği Fatma’yı hiçbir şeyden kolay kolay vazgeçiremiyordu. Anne ve babasına sürekli İstanbul’a gitmek ve burada yapmak istediklerinden bahsediyordu. Ailesi onun için çok önemliydi. Hayatta onlardan başka kimsesi yoktu. Sonunda hep birlikte İstanbul’a gitmeye karar verdiler. Tüm eşyalarını ve mal varlıklarını satarak taşı toprağı altın İstanbul’a yerleştiler. Fatma gece gündüz demeden azim ve hırsla çalışıyordu. Sonunda bir fotoğraf dükkanı açtı. İşleri çok iyi gidiyordu, kısa zamanda çevresinde tanındı, tüm malzemelerini yeniledi, hatta yanına hevesli gençleri alarak yetiştiriyor, bilgi ve tecrübesini aktarıyordu.
Bu arada anne ve babası iyice yaşlanmış, hastalıklar baş göstermişti. Fatma hem ev hem işyerinde deliler gibi çalışıyordu, içindeki yalnızlığı sadece ve sadece kitaplarıyla paylaşıyordu. Evlilik ise hiçbir zaman düşünemeyeceği bir olguydu onun için. Yaşlı ve hasta olan anne, babasına karşı her zaman sorumlu tuttu kendini. Fatma, önce babasını ardından da annesini yitirdi. Artık yapayalnız kalmıştı, günleri dükkanı ve evi arasında mekik dokuyarak geçiyordu. Yılların yorgunluğu üzerine çökmüş, enerjisi tükenmiş, yaşlanmıştı. Artık kendine daha çok vakit ayırmaya karar verdi ve dükkanını tasfiye etti. Günlerini sinema, tiyatroya giderek geçiriyordu... Yaşlılık kendini göstermeye başlamıştı; kemik erimesi, şeker gibi pek çok hastalıkla baş etmek zorundaydı. Ağrıları gittikçe artıyordu. Hiç akrabası yoktu ama onu hiçbir zaman yalnız bırakmayan dostları vardı etrafında.
Fatma sonunda evini satarak bir huzurevine yerleşti. Belki de sıranın kendisine geldiğini hissetmişti ve kimseye yük olmayı istemiyordu...
Foto Fatoş, huzurevine yerleştikten birkaç ay sonra 72 yaşında, geride çektiği birbirinden güzel fotoğraf ve anılar bırakarak hayata veda etti...

Öyküyü hatırlatan sayın Recep Yılmaz'a teşekkürler.
(Kuzeyde Tütün mektup:2)