Salcı Voyvoda ve Kesik Başlar...

Salcı Voyvoda ve Kesik Başlar...

Deliorman'dan Tüyleri Diken Diken Eden Bir Kocakarı Hikayesi!



Takriben 1700'lerin sonunda, Rumeli dağlarında meşhur "Dağlı eşkıyası" denilen grupların kol gezdiği, köyleri şehirleri vurduğu dönemler. Meşhur "hayduk eşkiyasının" da dağlarda dolaşıp vurgunlara çıkması da bu dönemde hayli fazladır.
El atılmadık yerler sadece büyük şehirler, kasabalarda köylerde hep sıkıntılar var. Devrin hayduk eşkıyasının en azılılarından bir bölük var, özellikle Tuna bataklıkları civarında faaliyet gösterdiklerinden bunların başına: "Kayıkçı Voyvoda" diyorlar.
"Salcı Voyvoda" diyen de var. Bataklık arazileri iyi biliyor. Kafasına esince Rumeli toprağında, orada sıkışınca Eflak tarafında soygunlar yapıyor. Başka hayduk çeteleri ve dağlı eşkıyasıyla da çatışıyor, belalı bir herif.
Artık rüya mı gördü yoksa eceli malum mu oldu bilinmez, Salcı Voyvoda çok sağlam bir vurgundan sonra sırra kadem basıp çeteyi dağıtmak istiyor. Başka başka taraflara gidip vurgunlarla yaşayacaklar.
Eşkıya dediğin olukla para akıtır. Yataklar ve casuslar için rüşvet, sus payı, kaçakçılardan silah fişek temini vs. Bunlar da pek çok köy vurmuşlar, tüccar soymuşlar hatta ama meteliğe kurşun atıyorlar.
"Soygunla bu iş olmaz, mühim birini kaçırıp fidye isteyelim" diye düşünüyor. Aklında kırk tilki geziyor. Devrin Eflak voyvvodasının yeğenlerinden birini çiftliğinden mi kaçırmalı, filanca paşanın evladını mı çekip götürmeli diye planlar kuruyor.
Hatta "müslümanı imamı asar, nasranisi kilise basar" taifeden olduğundan falanca manastırın başını kaçırıp papazlardan fidye istemeyi bile düşünüyor da adamlarının itikadı mani oluyor.
Bir gün Eflak mıntıkasından bir başka hayduk takımı buna haber gönderiyor: "Salcı Voyvoda adamlarıyla filan köyü basmamızda muavenet eylesin" diye. Çerçilerin, yolcuların sık geçtiği ama göz önünde bulunmadığı bir köy denilen yer.
Hakkında böyle "falan yolcu uğrar, filan kervan geçer" lakırtıları dönüyor yani. Salcı da hiç yoktan iyidir diyerek kendisini çağıran hayduka yardıma gidiyor. Köyü basıyorlar, hayvanları dahi sürüp götürüyorlar. Ziyafet tertipliyorlar bir kuytuda.
Kuzular nar gibi kızarırken bir yandan da rakija, şarap su gibi akıyor. Salcı Voyvoda'nın aklına iki çetenin kuvvetiyle, namdâr birini kaçırıp aklındaki fidye planını tatbik etmek geliyor. Bu fikrini oracıkta diğer çetenin başına açıyor.
Adam gülüyor, elini savuruyor: "Boş ver be! Paşa kapularina, Eflak'ın armaşilerine postu deldırmege degmez. Kocakarinin köyüni soymak daha emindır!" diyor. Salcı kulak kesiliyor. Neden böyle dedi diye.
Salcı Voyvoda'nın adamları arasında Türk ahaliden kimseler de var. Bunlar ürkmüş gözlerle bakıyorlar öbür çetenin başına. Kendi aralarında fısıldaşıyorlar. Salcının dikkatini çekiyor. Sesleniyor onlara: "Ne bu haliniz?"
Adamlar arada bir karanlığa, ağaçlara bakarak soruyorlar: "Bahsettigi koca kari Deliorman'da dolaşan, kızanları kızçeleri yiyen kocakari midır başkasi midır?" Öbür çetenin başı kafasını sallayarak hem Salcı'ya hem orada bulunanlara mevzuyu anlatıyor.
Bu çete başı çok önceden Deliorman taraflarında bir ağanın yanaşmasıymış, o esnada oranın ahalisinden ve dağa çıktığında eşkıyalardan, Deliorman'da bir köyün zenginliğiyle anıldığını ancak devletluların bile erişemediğini duymuş.
"Kocakarının Köyü" derlermiş. Köylüler düğümlere okuyup üfleyen bir kocakarı ne emrederse onu yaparlarmış. Yıllara meydan okuyan bu ihtiyar kadın kendilerini servete kavuştursun, hem de kimse ilişmesin diye dört dönerlermiş önünde.
Servet hırsından kocakarı çocuklarını istese dahi ona teslim ederlermiş. Köyün çıkışında bir kör kuyuya çocuklarını indirip onu bırakırlarmış. Çok eşkıya köyde biriken altınlara, servete göz koymuş ama kimse emeline ulaşamamış.
Ya köyü bulamamışlar yahut aramaya giden sağ dönmemiş. Çok tehlikeli vurgunlar, soygunlar için "Kocakarının köyünü soymak" tabirini kullanırlarmış karşılaştırma için. Salcı demiş: "O kocakariyi bir de ben göreyım!" Hangi mıntıkada olduğunu sormuş.
Adamlarından bazısı yalvarmış "Ölümüz çıkar, vazgeçelim" diye diretmişler. Salcı Voyvoda'nın inadı tutmuş. Öbür çetenin başı dahi acımış, peşine düşmeleri halinde kimsenin kurtulamayacağını söylemiş. İkazlar kâr etmemiş.
Salcının diğer adamlarını da korku almış. Deliorman dedikleri mıntıkada neredeyse her köyde bir falcı, büyücü olurmuş o vakitler. Eşkıyaların dahi tekinsiz addettiği kısımları varmış. Balkan ahalisi böyle anlatılardan hususiyetle çekinir malum.
Bunlar ertesi gün bulundukları yerden kalkıp yola revan olmuşlar. Eflak yakasındalarmış. Tuna boyunca sade geceleri yürüyüp Rusçuk'la Tutrakan arasında bir bataklıktan karşı kıyıya geçip ta Razgrad'ın oralara varmışlar kimselere görünmeden.
Korkularının nedeni sadece batıl inançlar değil. Razgrad gibi büyük şehirlerin meşhur ayanları var. Bunlar eşkıyalardan beter olduğundan bir tanesi peşimize takılır, leşimizi kimseler bulamaz diye tedirginler. O yüzden orman mıntıkalarından çıkmıyorlar pek. Köylere sokulmuyorlar.
Su içecek çaya, etiyle kan olacak hayvana rastlarlarsa şükrediyorlar. Ayaklarına dikenler batıyor, elbiseleri çiziliyor, sersefil ormandan ormana yürüyorlar. En arkada Salcı yürüyor: "Duranı vururum!" diye gürlüyor biteviye.
Kimse de haliyle: "bir kuyu bir de patika bulacağız da köyü bulup servetine konacağız" diyemiyor. Bir gün akşam karanlığında geceyi geçirecekleri bir kuytu ararlarken öncü gönderdikleri adamlar çığlık çığlığa kafileye doğru koşuyor.
Bunlar baskına tutulduklarını falan sanıyor. Salcı dikiliyor adamların karşısına. Ormanın karanlıklarında çocuk ağlamaları duydukları için korktuklarını söylüyorlar. Salcı iki sille aşkediyor suratlarına: "Kızanlardan kızçelerden mi korkup kaçtınız?" diye.
Fakat aklına kendisine anlatılanlar geliyor. "Acaba kocakarının köyünü bulduk mu?" diye düşünerek adamları önüne katıp sesin geldiği yere doğru ilerliyor. Adamları da silahlarını hazır tutarak ardından geliyor.
Hakikaten kendisine anlatıldığı gibi bir kuyu var. Kuyunun ardından orman içine doğru uzanan, ince bir patika var. Kuyunun çıkrığı vs. yok, kaba taşlarla örülmüş. Hakikaten içinden bazen sesler geliyor.
Adamlar ürküyor, Salcı servetin peşinde. Kimse köye yaklaşmasın diye kasten uydurulduğunu hatta insanlar korksun diye kuyunun içine keçi falan bıraktıklarını söylüyor. Adamları için bir cesaret testi sergilemek istiyor.
"Bir kişi benimle gelsin, belimize urganı sarın kuyudan aşağıya sarkıtın, ses neyden çıkıyormuş görelim" diyor. Salcı ağır çektiğinden bir urganla, öbür adam da bir urganla, ellerinde eski elbise parçalarından meşalelerle iniyorlar kuyuya.
Kuyu çok derin değil ama hayli geniş. Ellerindeki meşaleler fazla bir yeri aydınlatamıyor. Sesler kesilmiş durumda. Ayakları zemine bastığı zaman kuyunun ağzını ve eğilip bakan arkadaşlarını görebiliyorlar.
Meşaleyi şöyle bir etraflarına tuttuklarında kurumuş insan cesetlerine, kadavralara denk geliyorlar. Parçalanmış elbiseleri olan hatta ellerinde sapasağlam silahları olan insanlar. Yığınların üstünde de kesik kesik başlar. Kuru etlerin üstünde dolaşan böcekler vs. var.
Salcı bunların takipten kaçarken bu kuyuya saklanan ama çıkamayarak ölen başka bir eşkıya grubu olduğunu düşünüyor. Çünkü iskeletlerin pek azı meydanda, silahlar yer yer paslanmış. Kuyudan geri çıkıyorlar.
Kendisiyle inen adamın beti benzi atmış: "İçeride kesik başlar vardı, çıkamamışlar, açlıktan ölüp gitmişler" diye anlatıyor gördüklerini ama Salcı korkusuz: "Adamlar buraya saklanacaklarına patikayı yürüseler servete kavuşurlarmış" diyor.
Patikayı takip ederek yürümeye başlıyorlar. Salcı geriden geliyor. Bu sefer eli bıçağında, "korkup yüz çevireni yatırıp kesmekle" tehdit ediyor. Bunlar böyle ilerlerken hakikaten ileride birkaç eve denk geliyorlar bir açıklıkta.
Işıkları yanıyor evlerin. Hepsi de tek katlı, ahşaptan. Kulübe gibi. Salcı: "Eşkıyaların dikkatini çeker" diye tedbir cihetinden böyle evler yaptırdıklarını düşünüyor.
Adamları kapıları yumrukluyor, içeride kim var kim yok meydana topluyorlar. Köylü korku içinde. Diğerlerine göre biraz daha büyükçe bir kulübeden köyün emini geliyor, hürmetle karşılıyor gelenleri sanki misafir gibi.
Böyle davranınca Salcının hoşuna gidiyor. Karınlarının aç olduğunu söylüyor. Sofra kurulurken adamlarını tembihliyor: "Kimseye fena gözle bakmayın. Belki altınlarını güzellikle verirler" babından uyarıyor.
Yemekler yendiği sırada Salcı soruyor: "Kocakarının evi ne yandadır" diye. Köy emininin yüzü düşüyor. "Burada öyle biri yoktur" diyor. Salcı gayet sakin adamı tehdit ediyor, tüm köyü yakacağını söylüyor.
Köy emini tek tek insanları sayıp evleri gösteriyor: "Bizden başka yaşayan yoktur" diyor. Salcı çocuk seslerini, kuyuya bırakılan çocukları soruyor. Köy emini yalvarıyor: "Sizi de bizi de sağ bırakmaz, altını falan yoktur" diyor.
Salcının emriyle köyün erkeklerini ayırıp meydan dayağı atmaya başlıyorlar. Konuştuklarında da köy eminiyle aynı şeyleri söylüyorlar. "Altın yok", "peşini bırakmazsanız sizi alır." Salcı bakıyor ki kimsenin konuşmaya niyeti yok.
"Getirin hepsini kuyunun yanına!" diyor Salcı. Döve zorlaya sürükleye sürükleye getiriyorlar kuyunun dibine. Salcı içlerinden birini seçip tavuk gibi kesip kuyuya atıyor: "Konuşmazsanız hepinizin başına gelecek olan budur" diyor.
İki-üç kişi daha kuyuyu boyluyor. Tam o esnada hayduklardan biri kuyuda bir parıltı gördüğünü söylüyor. Eğilip bakıyor birkaç tanesi. Kuyudan biri sesleniyor bunlara. Yaşlı bir kadın sesi ama güm güm inliyor sanki ortalık:
"Altınlarımı ararsan buradadır!" diyor ses. Bir anda sanki kuyunun dibinde çil çil altınların, sikkelerin parıltısı doluyor. Hayduklar ip falan bağlamadan büyülenmiş gibi kuyuya atlamaya başlıyorlar. Salcının tehditlerini hiçbiri iplemiyor.
Salcıyla bir adamı kalıyor geride. Geride kalan hayduk da gözetleme icabı en geride kalmış. Salcı köylülere korkuyla bakıp: "Adamlarıma ne yaptınız?" diye sövüp saymaya başlıyor. Zira atlayanlar: "Altınlar yok! Gitmiş" diye bağrışmaya başlıyorlar.
Köylülerin bakışı değişiyor. O gözetleyen hayduk ağaçların birinin ardına saklanıp olanları izliyor. Köylüler Salcı'nın üstüne atılıp o koca eşkıyayı yere yıkıveriyor. Her biri tek bir sesle sanki aynı kişiymiş gibi konuşmaya başlıyorlar:
"Sizi korkuttuk savuşmadınız, güzellikle karşıladık edepsizlik ettiniz. Dünyalık için çocuklarımızın çoğundan geçtik, size de öyle kıyacağız!" diyerek Salcıyı da kuyudan içeri atıyorlar. Evlerine ağır ağır yürüyerek dönüyorlar.
O saklanan hayduk gözlerine bakamamış geçip gidenlerin öyle ürkütücüymüş. Kuyudan arkadaşlarının sızlanmaları, yalvarmaları gelmeye başlayınca koşturmuş kuyuya. İp falan bulurum bir yerden diye düşünüyormuş.
Kuyu başına gelmiş bakmış. Hiçbirini kurtaramam diye düşünmüş, ormandan yüz geri edip çıkmış. Bir şehre varmış iki-üç gün sonra, denk geldiği bir ayanın huzuruna çıkmış. Bunu deli sanmışlar ama silahlarına anlam verememişler.
Adam başlarından geçeni anlatmış, kuyu mevzusundan bahsetmiş. Yardım istemiş. En son ayan gülüp geçecekken, o yöre ahalisinden yakın bir adamı söylencelerden bahsetmiş: "Belki aslı vardır gidip bakalım" demişler.
Ormanları dört bir yandan arayıp taramışlar ama bir şey çıkmamış. Rivayet burada çatallanıyor. Bir tahmine göre köy hiç bulunamamış, o hayduk da o şehre yerleşip kalmış. Bir diğer tahmin ise köyü bulmuşlar ama harabeymiş. İnsanlar yokmuş.
Bir yorumu da bu rivayetin aktarıldığı ortamda birisi "Eşkıyayı korkutmak için yemeklerine orman mantarı atmışlar, adamlar da zehirlenmiş, korkup kaçmışlardır" diye yapmıştı. Hakikat neydi meçhul.

Alıntı: Mehmet Berk Yaltırık